8 Ocak 2012 Pazar

Kendimden nefret ettiğim anlardan biri daha.. . . .


Herkesin sevgisi kadar nefreti de vardır. Ben nefretime yeniden merhaba dedim ve sadece kendimden nefret ettim.
Biraz telaşlı biraz üzgün gözümü açtım 2 Ocak 2012 sabahı.
Çantamı hazırlayıp hemen çıkmam gerekiyordu evden.
Saatim 6:34'ü gösterirken, koşuşturuyordum sağa sola.
Trende içmek için çay hazırlamıştım termosuma.
Haydarpaşa'dan kalkan ilk trene yetişmem gerekiyordu çünkü.
Hava da soğuk olacaktı belli ki.
Trende cam kenarına kurulup çayımı yudumlarken kitap okuyacağım o anları hayal ediyordum.
Tüm hazırlıklarımı bitirip anneme sarılıp çıktım evden.
Yarım saat sonra tren istasyonuna gittiğimde 5 numaralı peronda her zaman hazır bekleyen Adapazarı Ekspresi'ni göremeyince, treni kaçırdığımı düşündüm bir an.
Gişelere doğru yürümeye başladım ilk tren seferinin 15:10'da olduğunu görünce içim rahatladı treni kaçırmadığım için.
İnsan o an sadece bir şeye odaklanıyor. Treni kaçırmamak.
Oysa bu bir zafer değil.
Sonradan anladım.
Ne yapacağımı düşünürken, ne yapmayacağımı çok iyi bildiğim için yavaş yavaş yürümeye başladım.
Ne yapmayacağım açıktı orada durup 15:10'da ki o ilk tren seferini bekleyemezdim.
Sabahın sekiziydi, Kadıköy her zamanki gibi aceleciydi.
Her zamanki gibi yorgundu.
Kalabalıktan, aceleden, sesten, dumandan, insanlardan yorulmuştu sanki.
Şöyle bir denize baktım. (Denize bakmak her zaman rahatlatır beni.)
Vapurları gördüm bir an.
İçimden bin ve git dedim, karşıya geç, biraz dolaş, yalnızlığının tadını çıkar.
Zaten ne zaman içimden geçen şeyleri yapmıştım ki bunu yapacaktım.
Yürümeye devam ettim.
Otobüsle gidecektim, kararımı vermiştim.
Trende yapamayacağım cam kenarı keyfimi otobüste yapacaktım.
Gittim biletimi aldım.
Koltuk numaram 9'du (tam da istediğim gibi) cam kenarı.
Sonra bir sigara yaktım.
8:40'ta gelecek servisi beklemeye başladım.
"Harem'den İzmit'e yolcu kalmasın."
İşte servisten indiğimde duyduğum ilk sözler bunlardı.
Kalmaya da kimsenin niyeti yoktu zaten.
Otobüse bindim.
Koltuğumu gördüm ama "yok canım benim koltuğum olamaz" dedim içimden.
Gerçekten kendi koltuğumu kabullenmek istememiştim.
Bir beyefendi koltuk numaramı sordu çünkü şaşırmıştım gerçekten.
Aptal gibi bakıyordum etrafa o an çok eminim!
9 numara dedim.
"Tam önünde duruyorsun" dedi.
Cam kenarına kurulmuş o yaşlı bayanı gördüm.
Kahretsin dedim.
Ne hayallerim vardı, camdan yolu izleyecektim belki kitap okuyacaktım belki kafamı cama yaslayıp uyuyacaktım.
Ben içimden bunları geçirirken yaşlı bayan yüzüme bakıp suratında ki o gülümsemeyle "Hoşgeldin kızım, günaydın." dedi.
İşte o an başladım kendimden nefret etmeye.
Ben O'nun hakkında neler düşünüyorken o bana nasıl karşılık veriyor diye düşündüö.
Bilirsiniz hayat tuhaf!
"Hoşbuldum, günaydın efendim." dedim ama zoraki bir ses tonuyla.
Çünkü hala yıkılan hayallerimin derdindeydim.
Şimdi yol boyunca konuşur benimle, kitap okuyamam diye düşünüp hemen i-pod'u taktım kulağıma.
En azından müzik dinlerken okurum kitabımı mantığı ile çıktım yola.
Harem'den E5 karayoluna çıktık.
Henüz Göztepe Köprüsü'nü geçmeden aklım başıma geldi.
Ne yapıyordum ben?
Düşündüklerim  bana yakışıyor muydu?
Yaşlı bir insanla konuşmaktan kaçmak benden beklenen bir davranış mıydı?
HAYIR!
O an kitabımı kapadım, kulaklığımı çıkardım.
Yaşlı bayan yüzüme gülümseyerek baktı sanki bunu benden bekliyormuş gibi.
"Nereye gidiyorsun kızım" dedi. O tatlı ses tonuyla.
"İzmit'e gidiyorum ya siz?" dedim.
Böylece bir insanın hayat hikayesini kattım anılarıma.
Masmavi gözlerinde beliren o mutlu ifadeyi kazıdım hafızama.
Üsküdar'da Fıstıkağacı semtinde oturuyormuş.
Aslında Kandıra'da doğmuş. Tüm ailesi ordaymış.
Onları ziyarete gitmek için binmiş otobüse.
6 ay önce gözünden ameliyat olunca uzun bir süre çıkamamış evinden.
Belli ki bu ameliyat çok üzmüş bayanı.
"Eskiden böyle değildi yüzüm, kolumdan parça alıp orayı kapattılar kızım." dedi bana.
O an üzüldüm ve "Gözleriniz o kadar güzel ki size nazar değmiş olmalı" dedim bayana.
İnce bir kıkırdama duydum ağzından.
Hoşuna gitmişti böyle söylemem.
O an mutlu ettim bayanı ve mutlu oldum.
Ben söylediğim sözde ciddiydim.
Gerçekten düşündüğümü söylemiştim.
Üstelik bunun bayanı mutlu edeceğini bile bilmiyordum.
Beni sormaya başladı.
"Sen neden gidiyorsun İzmit'e" dedi.
"Okula gidiyorum." dedim.
Okumanın ne kadar güzel bir şey olduğunu ve özellikle kız çocuklarının okumasından ne kadar mutlu olduğunu söyledi bana.
Babası liseyi okumasına izin vermemiş.
Buna rağmen kendini şanslı hissediyordu çünkü ilkokulu okuyamayan arkadaşları varmış çevresinde.
"Gazete okuyabiliyorum, imza atabiliyorum ya, o bana yetiyor." dedi.
Bazen arkadaşlarıyla gezilere gidermiş fakat bir çoğu rahmetli olmuş.
Bunları anlatırken o masmavi gözleri dolu dolu oldu.
Ben de kötü hissettim kendimi.
İçimde tuhaf bir sevgi oluşmuştu bayana karşı.
Belki de otobüse ilk bidiğimde onun varlığından rahatsız olduğum halde bana sımsıcak gülümsemesiyle "Hoşgeldin kızım" demeseydi kendimden nefret etmezdim.
O kadar tatlı bir ses tonu vardı ki otobüsten inmeyip yoluma devam etmek istedim.
İzmit'e yaklaştığımızda "Sen çok iyi bir kızsın, kalbinin güzelliği yüzüne yansımış." dedi bana.
Oysaki O'nu görünce aklımdan geçirdiklerimi bilseydi kalbimin pek de temiz olmadığını bilirdi diye düşündüm ve yine nefret ettim kendimden.
İlk başa döndüm o an.
O düşündüklerim bana yakışıyor muydu?
HAYIR!
Peki ya yaşlı bir insanla konuşmak sıkıcı bir eylem miydi?
Elbette HAYIR!
İnanın çok keyif aldım konuşmamızdan.
.
.
Bazen insanın kendine duyduğu nefret o kadar büyük oluyor ki paylaşmak istiyor bunu (benim gibi). Ben inanıyorum ki hepimiz yaşlı insanlardan sıkılmışızdır. Çocukken aile büyüklerini ziyarete giderken hiç mi mızmızlanmadınız? Eminim ki yapmışsınızdır. İşte benim bu yaşadığım olayda yaptığım şey çocukluktu ama telafi edebildiğimi düşünüyorum. Biliyorum yaşlı insanların ne çok yaşanmışlıkları olduğunu. Yüzlerindeki kırışıklıkları kadar derin yaşadıkları yıllar. Bunu biliyorum! Bunu bilip ona göre düşünmeli insan zaten. Son olarak benim kadar cam kenarı sevdalısı olmamanızı öneriyorum sizlere. Koridor tarafında oturmak bazen daha iyidir hele ki yanınızda yaşlı bir bayan varsa.. 

2 Ocak 2012 Pazartesi

Tanrı beni ilkbaşta sana kul yaptı, sonra
Keyfine el koymayı kurmamı yasak etti.
Ya da özlem duymamı hesaplı zamanlara;
Kölenim ya, boş vaktin olsun diye bekletti.
Ah, bırak katlanayım, el pençe divan: değer,
Senin özgürlüğünün tutuklu yokluğuna;
Her mihnete sabreder, her azara baş eğer,
İncittin diye hiç suç yüklemez bile sana.
Sen nerde olursan ol, yetkin, güçlü, özgürsün;
Hâkimsin dilediğin gibi kendi vaktine:
Canın neyi isterse varsın o keyif sürsün,
Kendine suç işlersen kendin bağışla yine.
Beklemek cehennemdir, ama beklerim seni,
İyi kötü demeden, suçlamadan keyfini.

William Shakespeare